Savaş ve sevgi, love and war, hatta make love not war tarzı sözler... Birbirinin tam zıttı iki kavram. Bu durum olması gereken değil olan durum. Yani aslında bu iki kavram birbirine karşıt olmak yerine tam anlamı ile iç içe olmalı.
İnsanoğlunun bildiği tüm felsefe ve dinler sevgi temeline dayalı. Evangelizm, İslam, Budizm hepsi derin bir huzur, bilgelik ve barışı yol olarak gösteriyor. Milyarlarca insan bunlardan en az bir tanesine önemli ölçüde bağlı iken ; dünyada bu kadar nefretin olması büyük bir çelişki gibi görülüyor.
Bütün bu inanç sistemlerinin erişilebilecek en üst noktası evrensel bütünleşme. Bir anlamda tanrısal bütünleşmeye varıyor. Hz. Muhammed, İslam'ın esasını : "Kendiniz için istediğinizi başkaları için de isteyin" (bu en sevmediğiniz komşunuzu da içeriyor) şeklinde açıklamış. Hristiyanlığın günümüzdeki hali, hem insanlara hem tanrıya olan aşkı İslam'dan daha bile büyükcoşkuyla dile getiriyor. (Haleluya !) Budizmdeki 7 aşamanın en üst düzeyi de yine evrensel bilinç düzeyi ve bütünleşme (Ommmmm). Ve bu ortak bütünleşme amacı sevgi anlamına geliyor. Çünkü insan kendisi ile bütünleştiğinde kendisini sevmeye başlıyor, toplum ile bütünleştiğinde insan sevgisini kazanıyor ve evrensel bütünleşme ile evrendeki her bir varlık ; dolayısı ile evrenin yaratıcısı ile bütünleşiyor.
Buradaki can alıcı nokta, sevgi ve savaşın birarada olamayacağı gibi bir önyargı. Bu önyargı bütün inanç sistemlerinde yeralan, sevgi kavramını tamamen ortadan kaldıran, en önemli engel. Düşünün ki ; çevremizdeki insanları koşulsuz olarak sevmeye çalışıyoruz ve yakımızdaki bir kişi bize önemli ölçüde zarar veriyor. Bu huysuz bir akraba ya da sinsi bir meslektaş ya da hitler gibi bir yönetici olabilir ( Herhalde hepimiz bunlardan en az bir tanesi ile yaşamak zorundayız ! ) Peki tam uysal, uyumlu ve sevgi dolu bir kişilik gelişimi sağlamaya çalışırken bu olumsuz kişilik beni engellemez mi ? Çoğu zaman nefretimiz, öfkemiz, stres düzeyimiz günde birkaç defa artıp ; insan sevgisinden zerre bırakmıyor.
Gerçek ise çok farklı. Savaşmak zorunda kaldığımız en büyük düşmanımızı bile sevmek aslında o kadar da zor değil. İşte bu dinlerdeki ev büyük paradokslardan bir tanesinin çözümü. Sevgi ile savaş zıt anlamlı değil ! "Savaşma seviş" yerine "Savaşırken seviş !" ... Bu ise kendine güvenin sağlayabileceği aslında hiçte zor olmayan birşey. Hiç sevmediğiniz birisini gözünüzün önüne getirin. Size uyguladığı bir baskıyı, size bağırıp çağırdığı, sizi strese soktuğu bir anınızı düşünün. Şimdi sizin ona verdiğinizi tepkileri hatırlamaya çalışın. Bu huysuz olduğundan emin olduğunuz kişiye karşı kendinizden emin miydiniz yoksa kendi haklılığınızdan şüpheye düştünüz mü ? Birçok sefer bu güvensizliği duyuyoruz. Böyle bir durumda ya kendimizi heyecanlı bir şekilde savunmaya çalışıyoruz ya da karşımızdakine "sen de şöylesin, böylesin" şeklinde karşılık vermeye çalışıyoruz. Bazen de kendimizi tutup, çevremizdekilere "Bak bana şöyle böyle yaptı" şeklinde anlatıp haklılığımız konusunda onay almaya çalışıyoruz. Güvensizlik hepimizdeki en büyük eksiklerden biri.
Birde kendimize güvenimizin tam olduğu bir durumu düşünelim. Mutlaka kendimize güvenimizin tam olduğu zamanlarda olmuştur. Bu gibi durumlarda ise soğukkanlılığımızı koruruz. Karşımızdakinin söylediği yersiz ya da asılsız yargılara kısa ve güven dolu cümleler ile karşılık veririz. Hiçbir karşı saldırıya bile gerek duymayız. Belki konuşmamız bittikten 10 dakika sonra ona en ufak bir kızgınlık bile duymuyor oluruz. İşte sonuç ortada, kendimize güvenimizin olduğu durumda hem mücade vermeyi hem de öfkemizi saklamayı hatta sevmeyi becerebiliyoruz.
Kendine güven, insan sevgisinin yolunu açmaktadır. Eğer formül gerçekten de bu kadar basitse, bütün inanç sistemlerinin esasını uygulamamız hiç de zor değil.